Cumartesi, Kasım 21

Git Kendini Çok Sevdirmeden

Bugünlerde bol vakitin tek güzel yanının, istediğiniz kadar kitap okuyabileceğinizin olduğunu anlıyorum..

Tuna Kiremiç'in kaleminden çıkan Git Kendini Çok Sevdirmeden, adlı kitabı duymuşdum ama bir türlü vakit olup okuyamamışdım.Dün sabah saat 8'de başladığım kitabı, akşam saat 10'da bitirdim. Kitap birgün de okuyabileceğiniz intelikte. Aşkları, aşk acılarını, hüzünleri ve aşkın izlerini anlatıyor..Kitap bölümlere ayrılmış, bir bölüm geçmişi anlatırken, bir bölümü şuanı anlatıyor.

Kitabı sıkıcı yapan taraf uzun tanımlamalar, bir olayı veya duruma geçmeden önce mutlaka uzun bir tanımlamayla karışılaşıyorsunuz. Kitap sizi çok eski zamanlara götürmüyor, yeni zamanları anlatıyor. Kitapta yaşanılan en büyük aşk acısı Arda'nın abisi Fırat tarafından çekiliyor. Bu arada Arda'nın gençlik ve olgunluğu arasında gidip geliyorsunuz.



Kitaptan sevdiğim tanımlar ise şunlar;

Arda'nın annesi için söylediği "iddalı tembel" lafı.

Birde hayata dair bir tanımlama "Bazen, ihtimaller arasında bocaladığımızda, hayatın akışı yerimize karar verebiliyor. Öyle gösterişli ve herkesi kendine baktıran bir biçimde yapmıyor üstelik bunu. İlk bakışda önemsiz gibi görünen seçeneklerden birini işaretliyoruz ve geri kalanı, yaşam mekaniğinin gizli bir işleyişiyle oluveriyor."

resim alıntı

Salı, Kasım 17

Primum Nil Nocere-Önce Zarar Verme!

Bugünlerde beni motive edecek, hayata başka gözlerle bakacak birşeyler ararken. Ayşe Kulin'in Türkan Saylan için yazdığı "Türkan" adlı kitabı görünce. "İşte dedim kendi kendime beni motive eder bu kitap".Yanılmamışım....

Kitap hakkında birçok yazar, çizer, köşe yazarı kitabı eleştiriyor bu günlerde.Kitap her insanın, özellikle bir kadının yaşayabileceği zorlukları anlatan ve bu zorluklardan nasıl da yılmadan, azimle ve başarı ile çıkışını, insanı anlatıyor.Tıpkı ismi gibi yalın ve sade "Türkan".

Biz millet olarak başarılı ve zorluklara gögüs geren insanları başka yerlere koyar, onların insani yanlarını göz ardı ederiz. Onların sıkıntı ve dertleri hiç yokmuş gibi düşünürüz.Veya öyle düşünmek isteriz.Çünkü düşünmessek kendimizden utanırız, biz aslında ne kadar da dertsizmişiz meğer ama o başarılara ulşamamışız gibi bir hisse kapılıp, o dertleri, o sorunları duymakdan kaçarız. Duyduğumuzda da "Yaaa, hiç yakışıyor mu böyle şeyler yazmak onun hakkında" deriz ve eleştiririz yazılanları. Ben sadece kitapta başarılı bir insanın yaşadığı zorlukları, mücadelelerini okudum. O başarıları ve mücadelelere bir kere daha imrendim ve kendimi motive etmek adına bişeyler buldum kitaptan.Ve hiç bir eleştirim yoktur kitap hakkında.

Türkan'ın ilk tıp fakültesi yıllarında, zaman zaman felsefi konulara giren Fizyoloji hocası Prof. Sadi Irmak tarafından tahtaya yazılan bir "Primum Nil Nocere" yani "Önce Zarar Verme" cümlesinden çok etkilenmiş. Tıp fakültelerinde öğrencilere öğretilen ana kurallardan biri imiş bu ilke. Bir tıbbî müdahale yapmadan önce hekimin olası riskleri düşünmesi,yol açabileceği olası zararları hatırlatma, hiçbir müdahalede bulunmamak bazen riskli ve zararlı yapılan müdahallerden daha iyi olabileceği hatırlatılır bu sözle.Kitabı okuduktan sonra görüyorum ki, bu cümleyi hem mesleki yaşamında hem de özel yaşamında layıkı ile yerine getirmiş.

Keşke bu cümle herkese bu kadar ışık tutabilse, keşke hepimiz biraz önce zarar vermemeyi öğrensek hayatımızın her alanında.

Motive edecek güzel bir unsur bulmuş olmanın rahatlığı ile Primum Nil Nocere-Önce Zarar Verme" diyorum...

resim alıntı

Pazartesi, Kasım 9

Sal Dünyanın Peşini,Boşveerrrrr!!

Salıversek dünyanın peşini,Boşveriversek....Ne güzel olmaz mı?

Bugün dedi anneannem, "Sal dünyanın peşini,nereye giderse gitsin..Boşveerrrr!"Ben öyle yapıyorum, boşvermesem nasıl yaşardım bu yaşa kadar..Taktım mı kafaya, geceler sabaha kavuşmuyor..Tam şurada, midemin tam şurasına bir ağrı çöküyor, güp güp atıyor orası. Kafam mak gibi oluyor.(MAK bizim oralarda kafanın kazan gibi olması manasında:) 83 yılın tecrübesi konuştu işte böyle bugün, savaş sonrasıda çekilen fakirlikden gelmiş, kocasından zaman zaman eziyet görmüş, iki çocuğunu genç yaş kaybetmiş, şimdi de endişelerin en dorukta olduğu yaşlarda ölümün kendisine yakın olduğunu söylediği zamanlar, hayatının tecrübesini paylaşıyor.


Arkasından o meşhur manilerinden birini patlatıyor:)

Keklik idim ben alamı düzmedim
Çiftileşip yarim ile gezmedim,
Bu yazıyı ben kendime yazmadım
Yazan katip kötü yazmış yazımı.

Maniden sonra yine diyor,

"Sal kızım dünyanın peşini nereye giderse gitsin..Boşveerrrr!"

Dur dese dünya diye düşünüyorum o an içimden, yeter sal peşimi dese..Ne güzel olurdu:)

resim alıntı

Cumartesi, Kasım 7

Yirmi iki Yıl Sonra Hala Anlaşılıyor Olmak

Yirmi iki sene önce harizan ayı ortaları, iki küçük kız çoçuğu karnelerini almışlar, annelerinin ellerinden tutmuş güle oynaya evlerine gidiyorlar.Orta Akdeniz'de küçük bir memur şehri ve her küçük şehirde bulanan meşhur meydanına gelinmiş.Evler ters yönlerde, ayrılma vakti;

D.'nin annnesi: Hadi bakalım ayrılık vakti. Öp arkadaşını bir daha göremiyeceksin.
D: Neden?
D.'nin annesi:Çünkü onlar başka şehre taşınıyorlar.

D.ağlamaya başlıyor.Yaşlar yanakların süzülüp, sevimli yüzünü ıslatmışbile.Hıçkırmakdan konuşamıyor..
Sadece, "Neden?Gitmesinler" diyor sürekli.


N. annesinin arkasına saklanmış,korkmuş,ürkmüş ve üzülmüş."Acaba biz nereye gidiyoruz,kötü bir yer mi orası?Neden D. bu kadar ağlıyor, bende ağlamalımıyım"

Yirmi iki yıldır zaman zaman D.'nin ağlayışını hatırlamış, hep nerede acaba diye merak etmişimdir. İlkokulda en sevdiğiniz arkadaşınız kimdi sorusuna, yirmiiki yıl önceki ağlayan D.'yi söylerim. O beni anlamışdı çünkü, ben kaygılıydım ve ağlıyamıyordum. O benim kaygımı yüksek duygusal zekasıyla fark edip, ağlamışdı benim için.

Yirmi iki yıl sonra kasım ayı,bugün...Güzel bir hava, deniz manzarası ve karşılıklı içilen çaylar, sohbet, dertleşmeler, gülüşmeler.Dedim hiç yanılmamışım yine benim D'm beni anlıyor.

Çocuk kalbimizle o zaman nasıl da hissedip, birbirimizin en iyi arkadaşı olmuşuz.Nasıl da yirmiiki yıl sonra karşılaşıp,hiç ayrılmamış gibi yakınlaşıp,dertleşip birbirimizi anlayabiliyoruz.

İşte dedi D. çünkü hiçbir art niyet, hesap ve çıkar yoktu o sevgide ve en doğru karar verildi.

İyi ki de, o karar verilmiş o çoçuk kalplerinde
İyi ki de, D. benim en iyi ilkokul arkadaşım olmuş
İyi ki de,yirmiki yıl sonra bile beni anlayan birini bulmuşum,çoçuk kalbimle..

resim alıntı

Perşembe, Kasım 5

Suçlamak

Kimi neden,nasıl ve niye suçluyoruz hayatta?

En üzücü olan kendini suçlamakdır aslında..

Ne zaman ki, insan kendini suçlamaya başlamışdır.Tüm enerjisinin tükendiği,bütün yaratıcılığının öldüğü,hayata dair olan tüm umutlarının tükendiği andır o an.Herkes suçlama der kendini,kolay mıdır öyle suçlamamak kendini.Tüm düşüncelerinin arkasında dönen, ne kadar suçlu olduğundur.Bir suç vardır ki, cezasını çekiyorsundur.

Önce başkalarını, en yakınlarını hatta en uzaklarını suçlamakla başlamışsındır bu lanet alışkanlığa.O kadar alışmışsındır ki, şuan belki de hayatta en sevdiğin varlığı "kendini benliğini" suçlamaya başlamışsındır.En kötü ve en son basamağıdır bu suçun.

Suç işliyorsundur hala..Fakat bir türlü kendini alamıyorsundur.Alışmışdır bünyen buna,ne beter bişeydir alışkanlıklar.Önce kendini haklı çıkarmak ve kendini iyi hissetmek için suçlama alışkanlığına dadanmışdır çünkü payına düşen sorumluluğu almakdan kaçmışsındır.Ama artık iş çığrından çıkmışdır.Şimdi kendi payına düşen sorumluluk yerine, kendi payına düşmeyen suçu almışdır üstüne.Hadi, şimdi çık çıkabilirsen dersin işin içinden kendi kendine:)

Tüm günah keçilerini kaçırmışsındır hayatta, en büyük günah keçinle başbaşasındır.

Yapılması gerekende budur belki de...

Haydi kolay gele:)